NE SANAT, NE YAŞAM
- Ayrıntılar
- Kategori: Hakkında Yazılanlar
SELİM İLERİ
NE SANAT, NE YAŞAM
Toplu eserini okumaya çalıştığım yazarlardan biri de Sâmiha Ayverdi’dir. Behçet Necatigil’in Edebiyatımızda İsimler Sözlüğüne göre Sâmiha Ayverdi, “heyecanını aile ve toplum geleneklerinden alan, hayat olaylarını çokluk din ve tasavvuf açısından değerlendiren romanlarıyla sanatına bir özellik” sağlamıştır. Özellikle Mesihpaşa İmamı romanında yazar, değişen koşullar karşısında dinin ve törel değerin hangi hükümlerle yüz yüze geldiğini irdeler. Daha önce kaleme aldığı Yolcu Nereye Gidiyorsun, şark kültürünün silinmesine karşı bir isyan sayılabilir. O kadar ki, yazar silinip giden kültür dolayısıyla öncesiz sonrasız bir cehaleti, Batı değerlerinden üstün bulacaktır:
“Keşke benim anam tamamıyla cahil bir kadın olsaydı; zira bilgisiz, fakat görgülerine ve şifahi kültürüne sadık anaların evlatları, bazı noktalarda eksik kalsalar bile, Türk olarak yetişiyorlardı. Garb’a hasret çekip özenecek kadar münevverlenmiş olanlarınki ise yaldızlı, süslü, fakat esas noktaları bozuk, melez ve illetli olarak ürüyordu.”
Böylesi bir algılamayı benimsemek hemen hemen imkansızdır. Bununla birlikte, sözü şark kültüründen açtığında, Ayverdi’nin engin bilgisine, yer yer o kadar canlı anlatımına kapılmamak elde değildir. Yazarın yeni kitabı Hey gidi Günler Hey’i okuyorum şimdilerde osmanlı asırları’nı siyasi çözümlemelerle yansıtan yazar, kimileyin anılarına dalıp gidiyor. Çocuklukla genç kızlık yıllarında gördüğü, Direklerarası’nın ünlü kantocusu Şamram Hanım’ı da bu nedenle anıyor:
“Gerçi kantonun Türk temaşa hayatında, çiftetelli gibi bir geleneği yok idiyse de, rüzgar gibi, sahnenin bir başından öbür başına esercesine uçan genç kadın, kontoya adeta, bir milli çehre vermiş bulunuyordu.”
Ayverdi, Kantocu Peruz’un zamanına yetişememiştir. Fakat Peruz’un güzelliğini, sanatında başarısını işitegelmiş. Peruz’la oranlanan Şamram çok güzel sayılmaz. “Fakat, vücut çizgileri öylesine zarif ve ahenkli idi ki, onun, oynarken seyredenler bir şiir dinlediklerini zannedebilirlerdi.”
Yazarın hoşgörüsü buraya kadar. Şiir dinlemekle eşanlamlı tuttuğu Şamram Hanım’ı bir kez daha görecek, yirmi yıl içinde sanatçının çökmüşlüğünden handiyse haz duyacaktır. Şamram Hanım şöyle tanımlanıyor: “Hâki renkte bir er kıyafeti giymiş olan şişman kadın, kalçalarından, göğsünden et kümeleri fışkıran bu yaşlı mahlûk, Şamram olamazdı.” Sonraki nitelemeler daha acımasız: Hantal, kart... ileri yaşına karşın sanatını sürdüren bir halk sanatcısı, dünyanın bütün uygar ülkerinde yalnızca ve yalnızca saygı görür, fizik özellikleri ne kadar değişirse değişsin hayranlık toplar. Bizdeyse yargı bambaşka: “ O incecik dilbere, o narin, o zarif kadına ne olmuştu. Ne mi olmuştu? Dünya vazifesini yapmış, ariyet olarak verdiklerini günü gelince geri alarak, borç olarak verdiklerini ödetmiş, geriye bir posa, bir artık bırakmıştı.”
Sırada Peruz’un sonu var. Ayverdi’nin saptamıyla, Kantocu Peruz kazandığı büyük servetle Harbiye’de Peruz Akaratları denen yapıların sahibi olduktan sonra, bir gence karasevdayla tutulur, “genci elinden kaçırmamak için mevcut nakit ve mücevherleri ile değeri çok yüksek olan binaları da bir bir satıp ona” yedirir. Bu hanım dabir “salhurde ihtiyar kadın”dir. Şamram’la mahkum edilen sanatsa, Peruz’la mahkum edilen yaşam, yaşamaktır.
Yaşamı olsaydı inceltmek üzerine kurulu tasavvufun bu bakış açısıyla sarmaşmayacağı çok açıktır. Zaman zaman içli bir ifadeyle Mevlana’dan söz açan Sâmiha Ayverdi, kişisel anılarına dönüp baktığında, faklı ölçüleri yeğlemiş olmalı. Böyle düşünmeye çalıştım.
Gelgelelim yazar gibi hem sanatı, hem yaşamı yargılamayı erdem sayanların çoğunluğu meydana getirdiğini yadsıyamayız. Posalar, artıklar, salhurdeler yargılarımızın sevinç kaynağı olabilir. Karşıt dünya görüşlerine bağlı kişiler, her nasılsa, posalar, artıklar, salhurdeler söz konusu oldu mu birleşiverirler. Evet “Bozuk melez ve illetli” olmayınız. Olmaya kalkışanların sanatını, yaşamasını bir an önce mahkum ediniz...